sokaklara adım attığımda
adımlarda geçmişi koklarım.
benim için zihnimden gözlerime dökülen,
farklı bir kül gibidir artık o.
zihnimden burnumu çatlatırcasına inen bir sancı gibi,
hüznün derin soluklarını hissederim.
sokaklara adım attığımda,
gençlik aşklarımı, kahkahalarımı, ağlamalarımı, çöküşlerimi teker teker yerdeki parke taşlarına işlerim.
şimdi üstünden ceset misali geçebilirim.
aklımın beni halden hale soktuğu bir sabah vaktinde,
gözlerimi deniz kıyısında buldum.
sokaklarda taştan yığma yaşantım yetmezmiş gibi,
artık suya yazı yazmayı düşünmeliyim.
şimdi söyle bana,
niye bu çaba?
ayakkabılarımın bağcığı için sokak ortasında eğilip,
yolu dinleyebilecek kadar yere yakınım.
bir sabah vakti o halde gözümü açtığım yerden devam ederek
belki
yine yere eğilmeliyim.
alabileceğim bir hava yok ve yazdığım tek şey boğulmak olacak.
kolumda taşıdığım saat olmasa
rakamlar hep aynı kasvet dakikasını gösteriyor sanarım.
bir cuma gecesini kurban etmeliyim.
bilirsin,
burada sonlar hep cumada olur.
göğsümüzde açan cumaların hep var olacağını biliyorum.
o halde yüzümü dünden yarına çeviririm.
bir vedayı kendime çok görmemeliyim değil mi?
sokağımın son köşesine geldiğimde
beni vedanın karası boğar artık.
kara,
hem de kömür karası.
göz karası,
belki, yüz karası yaşantısı.
Bir gençliği nasıl dizeye sığdırabildin?
YanıtlaSil