14 Aralık 2025 Pazar

Bi-Vefa


Kimsesiz bir baş ağrısı bu.

Sancımalar arasında med-cezir.

Söylenceler türedi bu aralıkta,

Varsaymışlar ki o mahi

Deryaya küsmüş.

Ne ağır bir kelime.

Kimsesiz bir baş ağrısı bu.

 

Kara gövdemi taşlara çaldım.

Başımı duvarlar karşıladı

Nedensizliğin nedeni olmak için

Güneşin şark sıralarında

Doğuşunu seyrettim.

Bir ömür daha gerekli diye mırıldanan

Şarkıya eşlik ederken

Gözlerime güller battı.

Kimsesiz baş ağrısı,

Duvarlara sevdalı başımı

Kara toprağa sözledim.

Öyle ya

Verilmiş sözlerin yalanlığı değilmiydi

Bizi kimsesiz bırakan?

Başımı kimsesizlik belasına gark eyleyen?

 

Kimsesiz ve sessiz.

Eşsiz sayılmayan eşlilikle

Anlaşılırmı nedensizliğin nedeni?

Kara gövdemin üzerinden alıp başımı

Çöllere vurmalıyım.

Gözlerime çalınan yalan gölleri

Serap bilerek yürümeliyim

Hatta koşmalı belki.

Yetişemem, yakalayamam

Yazgımın hangi belde de olduğunu

Hangi gülün dikeninde beklediğini bilemem.

 

Söylenmiş söylenceler.

İşitilmiş tüm haykırışlar.

Başımın kimsesiz ağrısı

Gözlerime sürgün edilmiş.

 

 

2 Aralık 2025 Salı

NİHAİ

Gece sükut eder gözlerimde.

Gelincik öyküleri dinliyorum uzaklardan,

Kan kırmızısı güllerin kıskandığı.

Suyun göğe yükseldiği oldu gözümde,

Bazen su yerle yeksan.                     

                       Kışa hasretti kara haberler.

18 Haziran 2025 Çarşamba

Öylesine Manifesto

Yalnızlığın

rüzgara peşkeş çektiğini

gördükten sonra mı döneyim


Atılmışlığın yekpare olmadığı bir dünyada

çocukluğa yüz çevrilir

otobüs duraklarının dışında da beklenebilir oysa

yaşça küçülen

hacimce kaplanan dünyada

çiğ sanılan

insan damarında

yeşertmedi kuru toprağı

çocukluk çağında kalan

çiğ kokuları

24 Mayıs 2025 Cumartesi

DEVİRİM

 

Hayata bir merhaba gerekti.

Elvedalarla dolu geçmişin

Gururlu ama sessiz çırpınışı

Gözlere korku yüklerdi.

Anlamalıydı bahçe görmemiş insanlar

Hayata bir serzenişti bu.

Oysa ben,

Geçmişin ağır yaralısı,

Şifa bulma ümidiyle aksak

Ölüm için âma,

Hayat için fazla gençtim.

 

Güneşe sevdalı bir ay göklerde.

Akrep ve yelkovan birbirine düşman.

 

Ruhuma bir yasa gerekti.

Sevdalıya idam!

Kavuşmalar yasak!

Konuşmalar cümlesinden unutulmuş.

Ruhu okşarken ayrılık türküleri

Kavuşan kısmısı ancak gavurdur diyerek

Küfürler savurdum

Ağzı yaralı bir hakim gibi.

 

Hayatın betondan insanları anladı,

Gökte asılı duran sevdalıyı.

Yasalar kalktı isyanla

Artık kavuşma hürriyeti var.

Oysa ben,

Geleceğin müebbet hükümlüsü

Bütün ümitsizliğim ile

Tekrardan haykırıyorum:

Aşıklar için yaşasın idam.

23 Mayıs 2025 Cuma

GECEYLE AYNI YERDE UYANAN

ağızlarımızda büyüttüğümüz,

ormanlar gibi yeşerttiğimiz kelimeler 

toprakta değil,

yürekte filizlenmek isteyince 

Güneşin payını, Ay alıyor. 


bir akşamın hikayesidir…


çimenin serinliği gece başkadır deyip doğruluyor,

etrafını göz ucuyla kolaçan ediyor

ne kadar yavaşsa 

bir o kadar keskince…

renkler, gece daha cazip geliyor. 

düşleyebildiğin kadar canlı,

düşleyemediğin kadar gece. 

sabahın sürüklediği gerçeklik olmayınca,

bir şair edasıyla

her şairin kalıttığı ur'ları önüne teker teker dizdi. 

keskince cisimler çıkıverdi yumuşacık kalbinden. 

şair kadar keskin, 

şiir kadar kanserli.

bir yandan şok olup 

karanlığa bir kara daha eklemek için 

gözlerini hızlıca kapattı. 

hiçbir hissi ıskalamak hevesinde değildi

ama yok

karanlığın hacmi öylesine büyüktü ki

kayboldu

karnına yediği bir tekmeyle uyandı sanki. 

gözünü açmak imkansız. 

hacim büyük,

karanlık daha büyük. 


en uca ulaşmak istediğinde 

oradaydı. 

anladı ki,

karanlık da o olmuş…

gözleri kapanmamış. 

gözleri, 

keskin gerçekle bakışınca 

kendini de buluvermiş orada. 

yastığından medet umdu 

kafasını 

yavaşça koydu,

ağırlığını verdikçe göçen yastık

artık 

benlik çukurundan başkası değil. 


zihninden ne geçtiyse,

kalbine gömdüğü ur neyse 

yansıdı ve 

zihnine yeniden çarptı. 

dedim ya,

keskindi, mirasa boyun eğdi. 

söylesenize kaç insan mirası reddeder? 

o da etmedi. 

gözleriyle düşleri, bağı kesti.

zihni ve uzuvlarına geldi sıra,

durmadı bile...

artık 

yastığının üstünde bir kelle 

ve 

yatakta bir cesetten farklı değil. 

ama mutsuz da değil. 

keskin diye kızdığı 

hayat iplerini kesen o şiddetin,

tam üstünde oturuyor artık. 

ya rabbi diyor:

"ne geniş bir alem. 

kesmek, ne geniş bir alem…" 


şehirden yükselen 

sabaha varışın emarelerini işitip 

huysuzlanarak kendine geldiğinde,

gözleri ışık gibi açıldı. 

önce ayaklarına baktı

sonra etrafa…

olmadığı kadar iğrenerek. 


alem içre alemdir artık onun yüreği. 

yaratılandır. 

yaratıcı her hissin buluştuğu yerdir. 


azameti gören 

fahrikayı unutur. 


şairin artık gözleri yok.

Görmek için değil,

kapanmak için yaratılmışlar.

Bir ur büyüttü karanlıkta,

Onu da kesti.

Geriye sadece yankı kaldı.

O da şairin değil.


21 Mayıs 2025 Çarşamba

TİRAJE

 

Sabahın heyecan verici ışıkları altında

Sevinç naraları atan kuşlar yok artık.

Sokağın toprak kokusu kandıramaz artık beni.

Yağmurlar,

Kara bulutlara sevdalı gözlerimi ıslatmadı.

İnmedi artık gökten Umay ana.

Çarşı esnafı bilirdi oysa

Nefesi sayılı adamlarda söylerdi

Bir göğün çıldırmışlığı vardı gözlerde.

 

                                                Kan yağar gözlerime.

 

Süregen bir suskunluk çöktü dizelere

O sevdayı  haykıran adamlar

Yani aşk adamları

İnançlarını yitirdi bir bir.

Ve artık hayat

Dört duvar dışında değildi.

İçinde olmadı hiçbir vakit, oysa

Ufka dalan adamlar bilirdi

Bıyık bürerek dalan adamlar da söylerdi

Bir sevdiği varmıydı kolları kenetli kadının?

            

                                                           Sancı Nöbetleri

                                                                      İspirto kokusu

                                                                                      Yağmur.

                                                  

5 Mayıs 2025 Pazartesi

KOL SAATİ


sokaklara adım attığımda 

adımlarda geçmişi koklarım. 

benim için zihnimden gözlerime dökülen,

farklı bir kül gibidir artık o. 

zihnimden burnumu çatlatırcasına inen bir sancı gibi,

hüznün derin soluklarını hissederim. 

sokaklara adım attığımda,

gençlik aşklarımı, kahkahalarımı, ağlamalarımı, çöküşlerimi teker teker yerdeki parke taşlarına işlerim. 

şimdi üstünden ceset misali geçebilirim. 

aklımın beni halden hale soktuğu bir sabah vaktinde, 

gözlerimi deniz kıyısında buldum. 

sokaklarda taştan yığma yaşantım yetmezmiş gibi,

artık suya yazı yazmayı düşünmeliyim. 

şimdi söyle bana,

niye bu çaba? 

ayakkabılarımın bağcığı için sokak ortasında eğilip, 

yolu dinleyebilecek kadar yere yakınım. 

bir sabah vakti o halde gözümü açtığım yerden devam ederek 

belki

yine yere eğilmeliyim. 

alabileceğim bir hava yok ve yazdığım tek şey boğulmak olacak. 

kolumda taşıdığım saat olmasa 

rakamlar hep aynı kasvet dakikasını gösteriyor sanarım. 


bir cuma gecesini kurban etmeliyim. 

bilirsin, 

burada sonlar hep cumada olur. 

göğsümüzde açan cumaların hep var olacağını biliyorum. 

o halde yüzümü dünden yarına çeviririm. 

bir vedayı kendime çok görmemeliyim değil mi?

sokağımın son köşesine geldiğimde

beni vedanın karası boğar artık.

kara, 

hem de kömür karası. 

göz karası,

belki, yüz karası yaşantısı.

Bi-Vefa

Kimsesiz bir baş ağrısı bu. Sancımalar arasında med-cezir. Söylenceler türedi bu aralıkta, Varsaymışlar ki o mahi Deryaya küsmüş. ...